Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Kaosun ve İran saldırılarının gölgesinde reform | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Arap dünyasındaki reformist akımlar genellikle iki tür radikal akımın arasında sıkışıp kalmışlardır. Birincisi sağ cenahtadır, muhafazakâr ve dinsel faşizm gibi farklı çeşitleri vardır. Toplumsal desteğin tamamını arkalarına alamadıkları sürece statüde bir değişiklik istemezler. Dolayısıyla hiçbir ilerleme kaydedemezler. Dünyada neler olup bittiği ile pek ilgilenmezler ve bir tarihten diğerine geçip dururlar. Diğeri ise sol cenahtır, devlette kırılmalara ve bölünmelere yol açsa bile derin ve radikal değişiklikler isterler. Değişimden kastettikleri devrimdir ve bu devrim hızla daimi bir kaosa dönüşür.

Şaşırtıcı olan, bu sol ve sağ cenah, yakın bir zamanda gerçekleşen ve “Arap ulus devleti” kavramına muazzam bir saldırı niteliği taşıyan sözde Arap Baharı’nda beraber hareket ettiler. Meydanlarda devrim sürecini başlatanlar Sosyalistler ve solcu liberallerdi. Ancak, tüm meseleyi ya İhvan’a ya da türevlerinden olan El Kaide ve DEAŞ örgütlerine teslim ettiler. Her iki cenahın da mevcut Arap devletlerine olan düşmanlıklarının kendilerince gerekçeleri vardı. “Evrensel insan hakları” fikrini öne çıkaran olduğu gibi “hilafet” fikrine sarılan da oldu. Her iki cenah da ulus devletini, denizaşırı ve okyanus ötesi bir olguymuş gibi yansıtıyorlardı. Aynı dönemde Arap reformcuları ise değişimi sağlamak ve durgunluktan çıkmak için bir yol arıyorlardı. Ancak aynı zamanda devleti de korumak istiyorlardı, zira devlet olmadan hiçbir değişim ya da inşa gerçekleşemez.

21. Yüzyılın ilk on yılı Arap dünyasında birçok reform girişimi görüldü, bunlardan birisi 2004 yılında “Arap Reformu Girişimi” adı altında doğdu. Arap siyasi araştırma merkezleri arasında bağlantılar kuruldu. Yükün bir kısmını ”İskenderiye Kütüphanesi” uhdesine aldı ve Arap ülkelerinden büyük bir aydın grubunu bu işe dâhil etti. Diğer Arap başkentlerinde çoğalan bu topluluklardan, iki reform akımı öne çıktı:

Birincisi, reform eylemini, ekonomik, sosyal ve kültürel boyutları içeren tarihsel ve toplumsal bir süreç olarak görmektedir. Devleti gelişim sürecine hazırlamak için acele etmek ya da aşamaları yok saymak doğru değildir. Diğeri ise, milli ve “demokratik” bir değişim yapmaya yönelik “politik bir gündeme” sahipti.

Bu yüzyılın ilk on yılı Irak’ın işgaline sahne oldu, bu ülkede rejim değişikliği yaşandı, sonrasında ise neredeyse tüm Arap ülkeleri “yaratıcı kaos” olarak adlandırılan bir olgunun baskısına maruz kaldılar. Bu, statükoya karşı bir devrimi ifade ediyordu. Meydana gelebilecek ufak tefek kaosların bir önemi yoktu, zira sonuçta değişim ve ilerleme sağlanmış olacaktı.

Ancak netice istenilenden farklı gerçekleşmişti; Değişim sürecinin kontrolünü faşist muhafazakârlar ele geçirdi ve ülkeler bu esnada iç savaşa sürüklendi. Bu girişimlerden birisi Paris’ten yönetildi ve 2005’ten bu yana lider kadro değişmedi ve Suriye devrimine katıldıklarında, Suriye şimdi bildiğimiz hale geldi!

Şu anda, Kapsamlı reform hareketi, bir dizi Arap ülkesinde yol almaya başlamıştır. Kendilerine farklı bir rota belirlediler. Tek bir ideoloji ve yönteme bağlı olarak hareket etmiyorlar.

Her bir Arap ülkesi kendi tarihi dinamiklerini esas alarak ilerlemeyi tercih ediyor. Suudi Arabistan, Körfez Arap ülkeleri, Mısır, Ürdün, Fas, Tunus gibi ülkeler, geçtiğimiz yıllarda, özellikleri bir ülkeden diğerine farklılık gösteren kapsamlı reform süreçleri gördüler. Fakat bunları birleştiren birinci temel nokta, bu ülkelerin tamamının, Arap devletini son 40 yıldır büyük ilerlemeler kaydetmiş gelişmekte olan ülkelerin modellerine yakınlaştıran köklü ekonomik değişiklikler yapmış olmalarıdır.

Bu değişiklikler iki yönde ilerledi: Birincisi, ekonomiyi büyük ölçekli altyapı yatırımlarıyla harekete geçirmek… Yeni şehirlerin inşası, Mısır ve Suudi Arabistan’da olduğu gibi ülkenin endüstriyel ve teknolojik altyapısının modernizasyonu bu bağlamda atılmış adımlardır. İkinci yol ise, ekonominin canlanması için büyük bir üstyapı modernizasyonu gerçekleştirmek. Bunun ilk adımı, yatırımların teşvik edilmesi, Mısır’da olduğu gibi paranın serbest dolaşımının sağlanmasıdır.

Bu ülkelerin birleştiği ikinci temel nokta ise, yatırımın sadece taşa, betona değil insana da yapılmasıdır. Eğitim, sağlık ve kültür alanındaki yatırımlar büyük önem arz etmektedir. Suudi Arabistan’da, Suudi tarihinin ve köklü kültürel mirasının kapağı kaldırılmış, ulusal devleti inşa etmek için kapsamlı adımlar atılmıştır.

Üçüncü temel nokta ise, devletin görevi sadece toplumsal yoksulluğu yönetmek değildir, bilakis servet, yetenek ve becerileri yönetme gibi görevleri de vardır. Ilımlılık ve hoşgörüyü yeniden temel değer kılma, radikalizm ve terörizmle mücadele etme yine bu görevlerdendir.

Son birkaç yıl içinde yaşananlar, özellikle de bölgede yaşanan kaos ve iç savaşlar hiç de kolay değildi. İran saldırıları, Türk ve İsrail müdahaleleri büyük bedeller ödenmesine neden olmuştur. Yaşanan tecrübeler oldukça tatsızdı ve büyük zorluklar içeriyordu. Ulus devleti güçlendirme konusunda kararlı dünya ülkelerinin çoğu, benzer zorluklarla karşı karşıya kaldılar. Doğu Avrupa’da yaşanan tecrübeler, anestezi olmaksızın yapılan cerrahi operasyonları hatırlatıyor. Kuşkusuz, İhvan hareketi ve destekçileri, yaşanan bu zorlukları istismar etmek istediler. Ancak yaşananlara dair ulusal bilinç, reformların yapılmasını mümkün kıldı. Suudi örneğinde olduğu gibi petrol fiyatlarının yükselip düşmesi ya da Mısır örneğinde olduğu gibi yüksek enflasyonun gerçekleşmesi bu durumu etkilememiştir. Sonuç olarak, kapsamlı reformu seçen Arap ülkeleri, 21. yüzyılın teknolojik, endüstriyel ve bilimsel sahalarına ayak basmaya başladılar. Bu reform yaklaşımındaki “kapsayıcılık”, Batı kurumlarının talep ettiği anlamda gerçekleşmedi. Batı, kapsamın içerisine İhvan’ın da dâhil edilmesini, rejimin politik ve ekonomik selameti bakımından bir gereklilik olarak görüyor. Ancak şunu iyi bilmek gerekir ki bu durum nihayetinde devletin dağılmasına neden olmaktadır. Ancak tüm sosyal ve dini cemaatleri (İhvan ve türevleri hariç) ve diğer coğrafi bölgelerdeki insanları bu kapsama dâhil etmek gerekir.

Suudi Arabistan, sadece “NEOM” şehir projesiyle değil, Krallığın batı kıyısını da içine alan ekonomik genişleme yoluyla Kızıldeniz’e doğru ilerliyor.

Mısır’da, “Nehirden denize” olan yönelim, gelişme süreçlerine Kızıldeniz sahili, Sina, Taba’dan Sallum’a kadar uzanan tüm kuzey kıyılarının katılımını mümkün kılmıştır.

Suudi Arabistan ve Mısır’daki durum, kalkınmanın daha geniş bir coğrafi alanda olmasına ve benzeri görülmemiş zenginliklerin ortaya çıkmasına izin veriyor. Her halükarda, şimdilerde yaşanan bu olumlu gelişmeler, reformist Arap devletleri içinde bir yer edinemeyen birçok tarafı rahatsız ediyor. Her zaman reformu öneren diğer bazı insanlar ise, bu kapsamlı reform hareketi, devleti yok etmek isteyen cemaatleri kapsamadığı için uzak durmayı tercih ediyorlar.

Şu da değişmez bir gerçektir ki Uluslararası ve bölgesel koşullar sürekli değiştiği için, reform süreçleri de yeknesak bir istikamette ilerlemezler.

Bu nedenle, nelerin tamamlanması gerektiğinin sürekli olarak gözden geçirilmesi ve güncellenmesi gerekmektedir.