Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Kronik tartışma ve gereksiz aşırılık | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Ünlü fizikçi Stephen Hawking’in ölümü kronik bir tartışmayı da yeniden gündeme getirdi. Bize benzeyen insanlar ve bizden farklı olanlara karşı davranışta ahlaki değerlerin kaynağı olarak akla güvenmemiz doğru mudur?

Bu sorunun sebebi, insanların hayatını zenginleştiren Hawking ve emsallerinin Müslüman olmadıklarından dolayı rahmeti hak etmediklerine dair bazı kimselerin ısrar etmesidir.

Neyse ki bugün Müslümanların çoğu bunu gereksiz aşırı bir düşünce olarak görüyor. Çünkü Allah’ın bize ve Stephen Hawking gibilere ne yapacağını bilmiyoruz. Bu tartışma bana eğitimimin ilk günlerinde şahit olduğum bir hadiseyi hatırlattı. Şöyle ki bir arkadaşım, kâfir saydığımız insanların ahiretteki sonlarıyla ilgili olarak hocamızla bir tartışmaya girdi. Tartışma, hocamızın Yunan filozof Sokrates’in bilgisini ve meziyetlerini övdüğü zaman başladı. Öğrenci, esprili bir şekilde “Sonuçta Sokrates’i cehennem ateşinde yanarken izleyeceğiz” dedi. Bunun üzerine hoca sağduyulu bir dille öğrenciye “Allah’ın affına nail olduğumuz zaman Sokrates ve öğrencilerini cennette önümüzde görebiliriz” diye yanıt verdi. Ardından iyi ve kötü meselesini açıkladı ki bu konu, geçmişte fıkıh usulü âlimleriyle kelamcılar arasında tartışma sebebiydi.

Eskiden beri Müslüman âlimler, iki gruba ayrılmıştır. Bunlardan ilki, Allah’ın kelamını ve Hz. Peygamber’in (SAV) hadislerini kural koymanın ve ahlaki değerlerin tek kaynağı olarak gördü. Diğer grup ise dünyanın değiştiğini, Hz. Peygamber (SAV) döneminde görülmeyen olayların meydana geldiğini ve dolayısıyla hüküm vermek için akla başvurmaktan başka çare olmadığını söyledi. Fakih âlimi Şafii Ebu’l-Fadl el-Şehristani, ayetlerin sınırlı, olayların ise sınırsız olduğunu söyleyerek bu soruna açıklama getirdi. Biz, her olayda ayetin gelmediğini ve sınırlı olanın sınırsız olamayacağını kesin olarak biliyoruz.

Günümüzde fıkıh ve davet alanında her iki grup da mevcuttur. Her ikisinin de kendi tutumunu destekleyen gerekçeleri var. Habercilerin en güçlü delili şudur; onlar, ayetlerin koruma altında olduğunu aklın ise sürekli hata yaptığını söylüyorlar. Bunun için ayete bağlı kalmak, kurtuluşa ermeye daha yakındır. Çünkü Allah’a itaatin zan üzere kurulmaması daha evladır.

Diğer grup ise habercilerinki kadar güçlü bir delil sunuyor. Özetle Allah, aklı yarattı ve kullarına yaşamlarının her alanında akla itimat etmelerini emretti. Ayrıca Allah, aklı sorumluluğun bir şartı olarak kabul etti. Akıl sahibi olmayanlar, hiçbir şeyden sorumlu değildir. Öyleyse akıl, insanların Allah ile olan ilişkilerinin merkezini oluşturmaktadır. Takdir ve cezalandırmayı gerektiren durumlar ve insanların iyi ve kötü fiilleri ayırt edilemediği zaman dini yaşamın kuralı ve insanın Allah ile ilişkisinin ekseni nasıl olacaktır?

Aynı şekilde bu gruptakiler, düşünmenin ve akli olarak seçimde bulunmanın Allah’ı bilmenin ve Allah’a iman etmenin bir ilkesi olduğunu söylediler. Bunun için tevhidde taklit yoktur. Bu, imanın aslını teşkil etmektedir. Bunun için akıl, ayrıntıda değil de usulde nasıl kural olabilir?

Öyleyse bu mesele, iki soru etrafında cereyan etmektedir.

Birincisi, akla dayanarak herhangi bir fiilin iyi veya kötü olduğunu söyleyebilir miyiz? Yoksa iyi veya kötü olduğunu bize haber veren şer’i bir nass gelene kadar bütün fiiller, tarafsız ve nötr bir durumda mıdır?

İkincisi, akıl herhangi bir fiilin iyi veya kötü olduğu konusunda hükme vardığı zaman dinen bu hükme itibar edilmeli mi yoksa itibar edilmemeli mi?

Bu meseleyi bugünkü olaya uyarladığımız zaman durum, aşağıdaki gibi olacaktır:

Stephen Hawking gibi bilim adamlarının başarılarını dini bakımdan değerli görmeli miyiz yoksa değerli görmemeli miyiz?

Bu bilim adamları, kendilerini yüceltmeyi ve kendilerine mağfiret ve rahmet dilemeyi hak ediyorlar mı yoksa hak etmiyorlar mı?

Sanırım düşünebilen her insan cevaba şu an ulaşabilir.