Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Kudüs… Birlikte yaşamanın farklı yolları | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Siyasette meydana gelen en kötü şey, zamanı geçmiş bir savaşa girmek ya da şartları mevcut olmayan bir barış başlatmaktır. Genellikle bu durum, gerçekler ve gelişmeler hissedildiği zaman daha da kötüleşiyor. Tüm bu durumlarda diplomasi ve savaş; boş vakti ve uluslararası örgütlerin salonlarını doldurmaktan öteye geçmiyor. Bu bağlamda Filistin meselesiyle ilgili gelişmelerin iki düzlemde ilerlediğine önceden işaret etmiştim: İsrail ve Filistin’deki liderler, demografik ve coğrafi realite.

İster Filistin direnişinin öfkeli sözleriyle ister füzelerle isterse İsrail’in aralıklı ya da devamlı bir şekilde Gazze’ye başlattığı savaşlarla ve de iki devletli çözüme yönelik diplomatik girişimlerle birinci düzlemdeki mücadele farklı biçimlerde yine devam ediyor.

İkinci düzlem ise, hiç kimsenin görmezden gelmesinin mümkün olmadığı bir hakikat içerisinde cereyan ediyor. Ürdün nehriyle Akdeniz arasında 12 milyon insan bulunmaktadır. Bu nüfusun yarısını Filistinliler, diğer yarısını da Yahudiler oluşturuyor. Nüfusun iç içe geçmesi ve birçok konuda karşılıklı güven nedeniyle, liderler düzeyindeki gelişmelerden farklı bir şekilde siyasi bir hareketlilik getiren politik ve ekonomik alan; iki uluslu, iki kültürlü ve iki kimlikli tek bir yapıya doğru kaymaktadır.

Gerçeğin değiştiğiyle ilgili ifadeler iki şekilde ortaya çıktı:

Birinci ifade şekli, Gazze tarafından geldi. Bu ifadenin merkezinde Filistin’e dönüş gösterileri yer almaktadır. Gözlemciler, genel görünüşün barışçıl ve siyasi olduğunu ve kendilerini koruyacak bir Filistin devleti olmadığı için 1948 savaşında Gazze’ye giden nüfusun yaklaşık yüzde 70’inin geri dönmek istediğini belirtiyor. Mülteci kamplarında kalmanın süresi, bir halkın katlanabileceğinden daha uzun sürdü. Diğer yandan şehirlere, köylere ve eski evlere geri dönmek, aslında bir amaca dönüşmektedir.

İkinci ifade şekli ise, “Kudüs-Orşelim” adı altında Filistin-İsrail listesinin Kudüs’teki yerel meclis seçimlerine katılmaya karar vermesidir. ABD, Kudüs’ün sadece İsrail’in başkenti olduğunu kabul etmek için Amerikan Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararını ilan ettiği zaman belki de bu bir tesadüf olmadı. Bu siyasi akrobatik hareket bir kenara bırakıldığında Kudüs şehri, önümüzdeki ekim ayında yapılacak yerel seçimlerde oy verme ve burada ikamet etme hakkı elde eden 350 bin Filistinliyi barındırmaktadır.

Görüldüğü gibi liste, Kudüs şehrinin İbranice ve Arapça isimlerini taşıyor. Bu listeye Filistinli aktivist Aziz Ebu Sarah ve barış aktivisti Yahudi Gershon Baskin öncülük ediyor. Bu listenin yarısı, Araplardan ve diğer yarısı da Yahudilerden oluşmaktadır. Aynı şekilde bu listenin yarısı erkeklerden ve diğer yarısı da kadınlardan oluşuyor. Listenin başında ise, Filistinli Aziz bulunuyor. Bu oluşumun görüşü ise şudur: Kudüs, farklılıklarıyla mevcuttur. Kudüs’te yaşayanların hukukunu görmezden gelmek mümkün değildir. Bu oluşuma göre Kudüs, en azından halkı bakımından ortak bir şehirdir. Kudüs’teki tarihi köklerine ve buradaki evlerine rağmen Filistinliler, sadece ikamet kartları taşıyorlar. Zira Filistinliler, başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devletinin kurulacağı günü bekleyerek İsrail vatandaşlığı elde etme talebinden vazgeçmişlerdi. Sadece Filistinliler arasındaki bir azınlık, bu talepte bulunarak İsrail vatandaşlığına sahip oldu. Bu azınlık, şu an sayıları 2 milyona yaklaşan İsrail Arapları adı altında nüfusun bir parçası haline geldi.

Diğer yandan İsrail, 2003 yılından itibaren Filistinlilerin vatandaşlık taleplerini reddetmeye başladı. Dahası İsrail, farklı nedenlerden dolayı 14 bin Filistinlinin ikamet hakkını iptal etti. Nüfusun yüzde 40’ını oluşturan kutsal şehir Kudüs’te varlıklarını ve kimliklerini muhafaza etmek için yerel seçimlere katılmak, Filistin direnişinin bir parçasına dönüştü.

Yaklaşan seçim, Kudüs’ün sorunlarından birisidir. Bu sorun, Mescid-i Aksa’yı Ağlama Duvarı’yla karşı karşıya getiren dini bakımdan ya da Filistin ulusal yönetiminin istediği gibi iki devletin başkenti veyahut İsrail’in istediği gibi tek devletin başkenti olarak siyasi açıdan ele alınmamalı. Aksine bu sorun, Kudüs’te yaşayanların ortak çıkarlarını düzenleyen bir ikamet merkezi olarak ele alınmalı. Filistinlilerin geçmişte kendilerine özel listeler oluşturmaya yönelik girişimleri başarısız olsa bile şu anki girişim, İsrail’le çatışarak değil de Arap ve Yahudi tüm tarafların hukukuna saygı göstererek ortak ve barış içinde yaşamak suretiyle Filistin meselesine girmeye çalışıyor. Bu girişimdeki Arap-Yahudi listesi, Filistin tarafında büyük bir direnişle karşılaşacak. Çünkü bu liste, başkenti Doğu Kudüs şeklinde birçok anlaşma ve sözleşmede yer alan bir Filistin devletinin kurulması için zorunlu bölünmeyi engelliyor ve tek bir şehre razı oluyor. Fakat en büyük direniş ise, Kudüs’ü Yahudileştirmeye ve ikamet meselesini istismar ederek Araplardan kurtulmaya çalışan İsrail tarafından gelecektir. Öyle ki İsrail, ikamet meselesini göçe sevk eden bir duruma dönüştürmeye çalışıyor. Ancak buna rağmen anketler, Filistinlilerin Kudüs’teki yerel meclis içerisindeki varlıkları da dâhil tüm araç-gereçlerle ikamet haklarını savunma eğilimlerinin arttığına işaret emektedir. Ayrıca barışçıl yaşam üzerinden barışa çalışan İsrailli bir azınlık, Arap-Yahudi listesi oluşumunun yanında yer alacak.

Önümüzdeki ekim ayında Kudüs şehrinin yerel meclis seçimlerinin sonuçları ne olursa olsun aslında bu eğilim, Ürdün nehriyle Akdeniz arasında yer alan topraklarda Araplar ve İsrailliler arasındaki artan ilişki şeklini pekiştirmektedir. Filistinlilerin 1948 yılında Araplardan kazandıkları tecrübe, Gazze ve Doğu Kudüs’ten gelen şu anki eğilimlere önemli dersler verdi. Birinci olarak toprağa bağlı kalmak, asıl stratejik hedefti. İkinci olarak bu, demografi faktörünü sunmayı, ambargo politikaları üzerinde yaşam çıkarlarını ve siyasi bir yapının çerçevesini oluşturmayı gerektiriyor. Üçüncü olarak bu durum, insanın temel haklarını karşılamak ve eşitliği talep etmek için bir fırsat sunuyor.

Burada yöntem ve gidişat farklı. Şu ana kadar uluslararası çevrelerden ve çatışan taraflardan böyle bir talep gelmedi. Uluslararası örgütler, iki devletli çözüme hala bağlı olduklarını deklare ediyor. Fakat gerçeklerin daima kendine has bir rotası vardır. Bu gerçekler, günlük yaşam çıkarlarına ve insani etkileşimlere göre kendi yöntemlerini dikte eder. Arap dünyası, tek ve meşru temsilcileri olan Filistin Kurtuluş Örgütü vasıtasıyla Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme hakkını destekliyor. Aynı zamanda Arap dünyasının, yatırıma ve Filistinlileri Filistin toprağında kalmaya teşvik etmeye dayalı olarak içerideki Filistinlilerle köprüler kurması gerekiyor. Filistinliler, 70 yıl önce topraklarından çıktıkları zaman bir felaket meydana geldi. Filistinlilerin büyük bir bölümünü yeniden işgal altında bırakmak için 50 yıl önce bir hezimet yaşandı. Bu defa ne bir felaket ne de bir hezimet olmalı, aksine eşit ve onurlu bir ortamda ortak yaşamın araç ve gereçleri olmalıdır.