Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Kutsal mekânlar ve siyaset krizi: Kudüs mü yoksa Hamas mı? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Kudüs ile Mescid-i Aksa arasında Müslümanların dini, tarihi ve kültürel bir sembolü olarak olumlu bir eşdeğerlik olduğu kadar, Hamas ile Filistinliler arasında da bölge için sıkıntılı bir siyasi ikilem vardır. Bu sıkıntılı ikilem sadece siyasi kartların karıştırılmasından kaynaklanmıyor aynı zamanda bu meselenin istismar edilmesi, politik okumaya tabi tutulması, destek ya da eleştirilerdeki duruşların tutarlı olmamasından kaynaklanmaktadır. Şunu hemen ifade etmeliyiz ki Hamas’ın siyasi ya da askeri tutumlarının eleştirilmesi, İsrail’in kibrini kabullenmek, Filistin davasının satmak ya da Filistin halkının haklarından vazgeçmek anlamına gelmemektedir.

Maalesef birçok ülke Filistin meselesini kendi sorunlarına alet etmekte ve çekilen acıları kendi çıkarları için istismar etmektedir. Ancak buna karşılık, halkıyla yakın ticari ve turizm bağları da koruyorlar. Hamas gibi hareketler kendi özel kurumsal yapısına veya ideolojisine taraftar çekebilmek için Filistin meselesi üzerinden kitlelere yönelik sloganlar ve ezgiler üretiyorlar.

Benzer bir tavrı Hizbullah gibi direniş akımları ya da şu dönemde dini duyguları istismar eden Kudüs’ten sonra diğer mukaddes mekânlarla ilgili endişe verici söylemlerde bulunan Pers imparatorluğunu yeniden canlandırma adına tezahürleri ortaya çıkan İran sergilemekte.

Hizbullah ve Tahran’ın mollaları ve onların devrimci uzantıları, İsrail’in kibir ve uzlaşmazlığı, siyasi süreçteki karmaşıklık, Filistinli grupların içindeki bölünmeler nedeniyle Kudüs hakkında gerçek bir çözüm ortaya koyamıyorlar. Yapmak istedikleri, bölgesel dosyalarını desteklemek için politik duruşlarını sağlamlaştırmaktır. Gerçekliğin okunmasına dayanan askeri ve siyasi bir tavırdır.

Ne yazık ki Kudüs meselesi, her vesileyle ve belirli periyotlarla, ölüler ve şehitler üzerinden gündeme taşınmaktadır. Ve neredeyse mevsimsel bir hale gelmiş durumda. Sonrasında ise Filistin davasına yönelik sömürü adeta açık arttırmaya çıkmaktadır. Bazıları bunu yaşadığı politik baskıdan kaçmak için, diğer bazı rejimler yaşadığı sorunlardan kurtulmak için, bazı örgüt ve gruplar da gerçekleştirmek istedikleri darbe projelerinin ortaya çıkmasını engellemek için yapıyorlar. Hepsinin birleştiği nokta Suudi Arabistan düşmanlığıdır. Krallık her ne kadar ılımlı tarafta yer alıyor olsa da Kudüs konusundaki söylemleriyle kararlı bir tutum sergilemiştir. Ancak meselenin siyasi istismarcıları, –kendileri ılımlı güçler olsalar bile- tek başına Suudi Arabistan’a odaklanıyorlar ve bir şekilde birbiriyle bağlantılı bütün ülkeleri aynı tavrı almaya çağırıyorlar. Bunun nedeni Suudi Arabistan’ın ABD ile yakın ilişki ve ittifak kurması değil. Zira ABD, Obama yönetiminin, kendi sınıflandırmalarına göre otoriter rejimlere mukabil siyasal İslam meselesini yeniden gündeme getirdiği bir dönemde, en önce Hamas ile ittifak kurmuştu.

Ancak, medya ve propaganda düzeyindeki bu saçma tavır, bölgedeki dirayetli kimseler tarafından ortaya konmuştur. Fakat bunun ortaya konması maalesef başka bir hata ve karışıklığın ortaya çıkmasına mani olmadı. Siyasi süreç olarak tıkanma noktasına gelmiş Kudüs ve Filistin meselesi ile Hamas Hareketinin durumu birbiriyle karıştırılmaktadır. Hamas’ın kendi ideolojik çıkarları Kudüs ve Filistin meselesinin önüne geçmiştir. Irak’ın çöküşünden bu yana bölgedeki diğer krizlerin ortaya çıkmasıyla bu daha da belirgin hale gelmiştir. Siyasal okuma yapmak istersek, krizin mantığı Hamas’ın varlığının kimliğini oluşturuyor, politik anlamda Hareket krizlerle özdeşleşmiştir. Mesele artık şekil ve yöntemleri gelişen direniş kavramının ötesine geçmiştir. Dahası, bunun bir kısmı Batı zihniyetinde yasaklı hale gelmiştir ve Arap dünyasında Hamas, bir direniş hareketi olarak algılansa bile artık terörle bağlantılıdır.

“Hamas”daki karışıklıklar ve Filistin kanını devletler, liderler, akımlar ve tabii ki İran ve onun kollarının istismar etme çabaları, Filistin meselesini önemsemeyi daha mevsimsel ya da dönemsel yapmaya katkıda bulundu. İsrail ise, Batı dünyasındaki statüsünü istikrarlı bir devlet olarak güçlendirmek için bölgedeki her türlü değişikliği istismar ediyor. Elinde “aşırılık” kozu var ve her fırsatta pazarlamaya çalışıyor.

Hamas’ın tarihi hatası, hem Sünni hem de Şii siyasal İslam ittifaklarının bir parçası olarak muhalif olmanın cazibesine kapılmış olmasıydı. Hatası Filistin’in durumu ile sınırlı kalmadı, Bilakis Filistin’i ideolojik çıkarları için ve kitleleri harekete geçirmede bir itici güç olarak kullanmıştır. Hamas bu meseleyi ayrıca bölgesel nüfuzunu genişletmek için de kullanmıştır. Dönemsel krizler ortaya çıktığında Fetih Hareketi’ne baskı kurmakta ve onun tarihi rolünü itibarsızlaştırıp etkisiz kılmaya çalışmaktadır. Daha ötesi, tipik alışageldik olumsuz açıklamalarla sürekli suçlamaktadır.

Kudüs siyasi zayıflık ve tıkanıklık durumuna rağmen herkesin meselesidir. Ancak Filistin meselesini, özellikle de Hamas’ın konumu ve eleştirisi açısından ele alacak olursak; Hamas, Suriye’de rejimin işlediği suçlara sessiz kalmış, İran’ın yanında yer alma konusunda acele etmiş, İsrail’e karşı yumuşak tavırlarına rağmen Katar ve Türkiye’nin tercihlerine esir olmuştur. Bu da “siyasal ikirciklilik” diyebileceğimiz bir krizle karşı karşıya olduğumuz anlamına geliyor. Geçmişte solcu ve komünist gruplar tarafından, benzer araç ve argümanlarla daha değişik şartlarda uygulanmış bir yöntemdir bu… Amaç, gerçek örgütlerin krizleri devralmasını engellemek ve bunların sahip oldukları kitleleri devletlere düşman kılmaktır. Çözümün pusulası politik ve ekonomik düzeyde tedbir almaktır, tıpkı Suudi Arabistan ve Mısır’da olduğu gibi… Filistin meselesine onlar olmadan adil bir çözüm bulmak, hatta Batılı güçlerin Filistin davasını etkileyebilecek bir siyasal ağırlık koymaları neredeyse imkânsızdır. Ancak yine de çözüm formülü yakın görünmüyor.

Kriz yönetimi, pek çok hükumetin, partinin ve devrimci grubun zihin yapısında yoktur. Kıtalararası sloganlar atmayı tercih ediyorlar. Ancak benimsemiş oldukları bu sloganları uygulamaktan acizdirler. Adeta felç geçirmiş gibi duruyorlar. Kitleler, kötüleşen koşullarının genel gerçekliklerini anlayamaz hale gelmiştir. Düşünce dünyaları rehin alınmıştır. İçinde oldukları bu kötü durumun bu gerilimli atmosferin ve imkânsızlıkların bir parçası olduğunu göremiyorlar. Bu nedenle, “slogan” talebi, birçok medya kuruluşunun birilerini parlatmak için başvurmak zorunda kaldıkları popüler bir taleptir. Geçmişte solcu ve milliyetçi eğilimlerden entelektüellerin yaygın olarak kullandığı bir yöntemdi. Şimdi ise, bazı politikacılar ve liderler kitleleri motive amaçlı olarak kullanıyorlar. Kudüs meselesi örneğinde olduğu gibi bu tür sloganik söylemlerle Suudi Arabistan aleyhinde lobi oluşturulmaya çalışıldığı gözden kaçmamaktadır. Aynı kişi ve tarafların Veliaht Prensin Suudi Arabistan’ı küreselleştirme çabasına da benzer tutumlar sergiledikleri bilinmektedir.