Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Nahda Partisi’nin zaferi ve DEAŞ’ın öfkesi | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Kendisini Siyasal İslam’ın en ilerici hali gören ve Müslüman Kardeşleri (İhvan) eleştirebilme gücünü kendinde bulan Tunus’daki Nahda Hareketi, dün Tunus’ta belediye seçimlerini kazandı. Bu, partinin Tunus siyasi sahnesinin ön saflarına dönmesi anlamına gelmektedir. Daha önce yenilgiye uğratılan ve rakip parti olan “Nida Tunus” belediyelerin tamamında bu sefer Nahda’dan % 5 daha az oy aldı. Suad İbrahim başkent belediye seçimlerini yaklaşık yüzde 34 gibi daha büyük bir oranla kazandı. Ülke tarihinde başkent belediye başkanlığına seçilen ilk kadın oldu.

Tunus’daki durum, tüm Arap tecrübeleri arasında sadece farklı değil, bilakis özellikle “siyasal İslam” dosyasında, genellikle yanlış olan genelgeçer siyasi analizlerden uzak yeni okumalar gerektiriyor. Arap siyasi zihnindeki “genelleme” krizinden kaynaklanan iki ana sebepten dolayı bunu yapmak gerekiyor.

Birincisi, Tunus, “Arap Baharı” devrimini başarabilen tek ülkedir. Ama aynı zamanda “DEAŞ”a bağlı savaşçıları en fazla dışarıya gönderen ülke konumundadır. İkincisi, Tunus’daki liberal akımlar, her ne kadar demokrasiden en küçük bir taviz vermeseler de siyasal İslam’a en fazla anlayış gösteren ve hoşgörülü davrananlardır. Bu akımlar yeri geldiğinde siyasal İslama Avrupa’nın seküler sağcı partilerinden daha sert tenkitler yöneltmekteler. Tunus’un İslamcı versiyonu, politik pozisyonlarını en çok değiştiren Nahda Partisi tarafından temsil ediliyor. Parti liderleri, Müslüman Kardeşler ile (İhvan) özellikle de Mısır ana grubuyla fikri anlamda farklı olduklarını söylüyorlar. Ancak siyasi tavırları bunu tam anlamıyla doğrulamıyor. Zira siyasal İslam’ın tüm versiyonlarında nitel bir gelişme olduğu zaten biliniyor.
Seçimleri önde tamamlayan Nahda Partisine, DEAŞ çatısı altından faaliyet gösteren Ensaru’ş-Şeria’nın tenkitler yöneltmesi dikkat çekicidir. Onlara göre Nahda, İslamcıların gayr-ı meşru olarak gördüğü demokrasiyi meşrulaştırmaktadır. Örgütün daha radikal savaşçı kanadı ise bu durumu açıkça “Küfür” olarak niteliyor, zira onlara göre bu anlayış siyasal İslam’ın entelektüel inşasının temel taşı olan “Hâkimiyet”in kaynağına zarar vermektedir.

Nahda Hareketinin belediye seçimlerindeki zaferi, siyasal İslam’ın siyasi sahneye etkili bir şekilde geri döndüğü anlamına gelmez, zira bu zafer yüzde 5’lik bir fark anlamına gelmektedir. Nahda Partisi başta orta yaş grubu olmak üzere bu cemaatin kuruluşunda yer almış ve siyasi bedeller ödemiş halk kitlesinden faydalanmış olması kuvvetle muhtemeldir. Ve bu seçimlerdeki yükselişe, sol seküler kesimden İslami kesime kadar geniş bir yelpazede hükümete ve siyasi partilere kızgın genç nesil mesafeli durmuştur. Ancak bu kesimler, performansıyla hayal kırıklığı yaratan iktidardaki rakip partiye en azından beklentiler kadar muhalefet yapmak yerine, demokratik oyundan geri durmaya ve politik inzivaya karar vermişlerdir. Şiddet seçeneğini tercih eden küçük bir kesimi anlayışla karşılamamıza neden olan şey, tepkilerini bizzat bu performans düşüklüğüne göstermiş olmalarıdır. Ancak bunu kendi özel yöntemleriyle ortaya koymuşlardır.

Nahda Partisi seçimlere katılmaya karar veren partiler içerisinde en örgütlü partidir ve aynı zamanda Tunus belediyesinde en kritik koltuklardan birine kadın aday göstermiş ve kazanmıştır. Bu da, Nahda Partisi ve siyasal İslam’ı kendine has yöntemlerle değerlendiren ve bu partiyi diğerlerine nispetle daha güçlü gören “İlerici Güçleri” kendine çekmeyi başardığı anlamına gelmez. Bu seçimlerde bu durum yaşanmadı. Hâlbuki partinin kadroları bu seçimde daha faaldiler ve ilk sonuçlar yayınlandığında kutlamaları en fazla yapanlar da bunlardı.

Seçmenlerin üçte ikisi, hükümetin değişim yeteneğine olan inanç kaybının bir parçası olarak “siyasi tecrit” düzeyinde –Tunus’ta oransal olarak yeni bir durum- seçimleri boykot etti. Bu durum, siyasi partilerin, seçimi kazanıp kazanmadıklarına bakmaksızın endişe duymalarını gerektiren bir işarettir. “Devletin merkeziliği”, Tunus’ta iktidarın en önemli özelliği olduğu için bu daha da önem kazanmaktadır.

Nahda Partisi’nin seçimi kazandıktan sonra karşılaştığı zorlukların bir kısmı, vermiş olduğu savaşın birden çok cepheye dağılmasıdır. Partisinin güçlü olduğu yerler dışında da seçimi kazanması, buralardaki halkın hak arayışına gireceği anlamına gelmektedir. Tunus dışındaki meselelerde gerilimi artırıcı sloganlar atmak yerine, ekonomik reform ve işsizlik dosyasının ele alınmasında daha cesur adımlar atabilir. Nahda Partisi, Tunus içinde güçlü bir varlık gösteren DEAŞ tehdidiyle de karşı karşıya kalacaktır. Bu örgütün Tunuslu liderleri Suriye, Irak ve Libya gibi gerginlik alanlarında yoğun bir şekilde çalışmalarını yürütüyorlar. DEAŞ’ın çıkardığı “en-Nebe” dergisine göre, DEAŞ medyasının Tunus’a yönelttiği tenkitler daha ziyade demokrasinin eleştirisi ile ilgilidir. Ancak sadece tekfir etme ve “hâkimiyeti” talep etme şeklinde olmuyor. Bilakis Nahda Hareketinin izlediği politikalar üzerinden de tenkitler yöneltmektedir. Sözgelimi son kazandığı seçim sonrası İslamcıların ‘dini hükümleri tatbik etme ve Ahval-ı Şahsiye ile alakalı (Kişinin doğrudan şahsıyla ilgili hukukî haller) kanun çıkarırken erkek-kadın ayrımına gidilmesi’ gibi taleplerinin yerine getirilmediğine dikkat çekiliyor.

Nahda Hareketinin zorluğu, kendisine katılan yeni kadroları ne şekilde değerlendireceği değildir. Esas zorluk bunların radikalizm ve terörizme kaymasına ne şekilde engel olacağıdır. Zira bunlar, Tunus sivil toplumuyla militan örgütler ve tekfirci akımlar vasıtasıyla çatışıyorlar. İstikrarsızlığın ve kaosun olduğu zamanlardaki gibi dolduruşa getirme ve kışkırtma yöntemleriyle taraftar topluyorlar. Ülkenin daha önce tanık olduğu bir dizi kanlı terör olayında olduğu gibi güvenlik zafiyeti oluşturmaya çalışıyorlar.
Nahda’nın zaferi, demokratik enstrümanlar aracılığıyla kazanılmış bir haktır. Ancak, toplumdaki aşırılık yanlısı ve radikal unsurlarla mücadele etme yöntemlerine dair muhaliflerin eleştirilerini ve çekincelerini dikkate alması da oldukça önemlidir. Zira bir önceki seçim zaferi sonrası terör örgütleri kendileriyle diyaloga geçilmesi yönünde çağrıda bulunmuşlardı. Ve bunu da sadece bir iletişim kurma bağlamında değil, bilakis kendilerini ulusal dokunun bir parçası ve politik oyunun araçlarından biri olarak görmüşlerdir. Bu çok tehlikeli bir bakış açısıdır, çünkü bu grupların tanınması onlara bedavadan meşruiyet kazandırır. En başta hilafet devletinin kurulması gibi radikal ideolojilerini devam ettirme fırsatı kendilerine verilmiş olur.

Nahda’nın politik dinamiklerindeki isteklerine eşdeğer bir ıslahçı dinî söylem üretmesini beklemek gerçekten zordur. Zira Hareket elit bir yapı haline geldi ve geleneksel dini kurumlar da çok kırılgan oldu. Toplumdaki radikal hareketler, Tunus’daki muhafazakâr ve dindar halkın buluştuğu platformların ele geçirilmesiyle gelişiyor. Özellikle, 1970’lerin ortalarında siyasal İslam akımların gelişmesini hızlandıran mekanizmalardan bir olan cami kürsülerini kullanıyorlar.

Tunuslular, düşünce özgürlüğü ve muhaliflere baskı yapılmaması konularında oldukça hassastırlar. Fakat bunun, terörizme karşı fikri mücadele etme, şiddet içeren söylem ve sosyal faaliyetleri dağıtmakla hiçbir ilgisi yoktur. Bu tür yıkıcı faaliyetler daha ziyade kırsal bölgelerde ve merkeze uzak ketlerde yapılmaktadır. Bunlarla yapılan mücadelede, siyasi çerçeveler ve partiler arasındaki çok taraflı uygulamalar ve aralarındaki rekabet dikkate alınmamalıdır. Seçim programlarında öncelikli dosya, şiddet, aşırılık, terörizmle mücadele, Tunusluların hoşgörü ve vatandaşlık bilincinin korunması –ki bunula gurur duyabilirler- olmalıdır. Bu tedbirler onlara zarar verecektir.