Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Necib Mahfuz’lu günler… | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Geçtiğimiz Cuma günü, Mısır el-Yevm gazetesini açtım; maksadım ön sayfasında şu başlığı bulmaktı: “Sevgili Necib! Bizi gerçekten şaşırttın.” Profesör Müfid Fevzi’nin bir makalesine atıf yapılmış. Yazar burada Necib mahfuz ile yaptığı bir röportajı anlatıyor. Röportaj sanki daha dün gerçekleştirilmiş gibi…

Bu büyük yazarın dönemi, çok da bildiğimiz bir dönem değil; zaman akıp geçiyor ve bakmışız ki yeni bir dönemler gelmiş. Ancak yeni dönemler yeknesak gelmiyor, olaylar ve zamanlarla yenilenen bir farklılıkla geliyor. Bu yeni dönem tamamen yeni ve farklı dahi gelse, bu büyük adam, tahlilleri ve öngörüleri ile bizi şaşırtmaya devam ediyor ve insan şunu sormadan edemiyor; şimdi yaşıyor olsaydı neler söylerdi?

Şunun bilinmesini isterim ki; Haftalık olarak düzenlenen kıraathane sohbetlerini sürekli takip eden müzakerecilerden biri değildim. Birazdan değineceğim üzere sadece birkaç defa bir araya gelme fırsatı yakaladım. Şu da bir gerçek ki “el-Ehram Araştırma Merkezi’nde çalışmak üzere 1975 yılında el-Ehram’a girdiğimde asansörlerden hangisine binsem beni bir heyecan sarardı, zira her defasında Tevfik Hâkim, Necib Mahfuz, Yusuf İdris, Louis Awad, Zeki Necib Mahmud gibi yazarlardan birine denk gelirdim. Niçin böyle olurdu? Bilemiyorum ama genelde birine rastlardım. Sanki asansörler bunlar için çalışırdı ve hepsi bir buluşmaya/görüşmeye geliyor gibiydiler, ya da bu neslin yaşam biçimi bu şekildeydi. Araştırma merkezi ile altıncı katta bulunan Gazete arasındaki mesafe fazla değildi. Odaların diğer tarafında “et-Tali’a” dergisinin basım yeri ve Servet Abaza’nın çalışma odası vardı. Önümüzdeki gökdelende birçok tanınmış yazar bulunurdu.

İsrail’le çatışma ve alışılmışın dışında dünyada meydana gelen değişimler ile ilgili alanlarda bilimsel araştırma yapan genç bir grup olarak bizler, bu yazarlarından birçoğu ile tanışıncaya kadar durum bu şekilde devam etti. Lütfi Huli, Louis Awad ve Yusuf İdris, bu gençlerle müzakere etmek için 626 numaralı odaya ilk gelenlerdi. Necib Mahfuz ile doğrudan bir buluşmanın gerçekleşmesi yıllar sonra oldu. Hatırladığım kadarıyla 2000 yılında Mısır’da parlamento seçimleri yapılacaktı ve Necib Mahfuz o günkü zorlu süreçte, kendi sütununda, seçim sürecinin şaibesiz yürütülüp yürütülemeyeceğini işliyordu. Ve buna dair çözümün “el-Ehram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi” nin seçimleri denetlemesinden geçtiğine inanıyordu. Teklif dikkate alınmadı, seçimler her seferinde olduğu gibi yapıldı, fakat bu merkezde çalışan ben ve arkadaşlarım bu durumu bir fırsata çevirerek şükran ve takdirlerimizi kendisine iletmek için kendisinin çalışma ofisine gittik. Kendisi oradaydı ve üstad Yasin’in liderliğindeki ekibimiz kendisini ziyaret etti. Benim ile bu büyük yazar arasındaki ilk doğrudan konuşma burada gerçekleşti. Söz Nobel ödülünden açıldığında kendisine o gün yaşadıklarımı anlattım. Washington’da havanın o gün ne kadar güzel olduğunu ve ünlü DuPont meydanında bulunan bir kütüphanenin önünden geçerken Arapçasını daha önceden defalarca okuduğum Necib Mahfuz romanlarının İngilizce basılmış nüshalarını gördüğümü kendisine naklettim. O gün ben, Nixon, Ford ve Carter yönetimlerimde Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi olmuş ve tanınmış bir siyaset bilimi profesörü olan Bill Quandt’la -şu anda Massachusetts Caddesi’ndeki “Brookings” kurumunda çalışıyor- buluşmaya gidiyordum. Ofisine girer girmez, Ortadoğu’daki kendi insanlarımız gibi kollarını bana doğru açarak Arapça “Mebruk” (Tebrikler) dedi. Bu kutlamanın sebebini bilmememe rağmen, söyleme tarzından Necib Mahfuz’un Nobel Ödülü’nü aldığını bildim. O gün, onun kitaplarının neden bütün kütüphanelerin ön raflarında yer aldığını daha iyi anladım. Bunları kendisine anlattıktan sonra, Necib Mahfuz bayağı bir güldü, sanki benden başkası aynı hikâyeyi daha önce defalarca anlatmıştı!

Necib Mahfuz ile ofisinde birçok görüşmem oldu. Recâ en-Nakkâş o dönem Necib Mahfuz hakkında daha ziyade günlük tadında bir kitap yayımladı. Kitaba yaptığım yorum gözlemlerimden birini yansıtıyordu; “Bu büyük romancı Nil ve Kalenin arasındaki bir coğrafi alanla sınırlı kaldı, ancak yine de bu dar dünyayı alabildiğine genişletmesini bildi, marjinal veya önemsiz görünen diğer Mısır dünyalarından uzak kaldı.” Yaptığım bu yoruma olumsuz tepkiler geldi, zira onlara göre Necib Mahfuz’un küçük dünyası tüm insanlığı ifade ediyordu. Ama benim için sürpriz olan, yazardan, birkaç kelimeden oluşan bir telgrafın gelmesiydi; kendisi gösterdiğim bu ilgiye teşekkür ediyordu. Bu bir hakaret mi, yoksa hak etmediğim bir teşekkür müydü? Tam olarak anlayamadım. Ancak, Rıza Hilal’in bir toplantıya beraber gitme davetini kabul etmem için motive edici bir sebep oldu. Mısırlı düşünürler ve solcu yazarlar “Shepard” otelinde Necib Mahfuz ile bir buluşma gerçekleştireceklerdi. Kendimi onun yanında otururken buldum ve bu şerefi kim elde ederse ona düşen görev bu büyük kalemin, haberlerini, gazete makalelerini, edebi eserlerini dikkatlice okumaktır. Zaten bunların bir kısmı orada müzakere edildi. Bu büyük edebiyatçının işitme duyusu kötüleşmişti, ancak kendisinin kıraathane sohbetlerine gidiş geliş saatleri son derece düzenliydi ve kendisi bu buluşmalara katılma konusunda oldukça kararlıydı. Bu buluşma üç kez tekrarlandı, sonra ara verildi, fakat bu duraksama bıkkınlıktan değildi, ancak oturumların müdavimleri ondan fazla konuşmaya başladılar ve kendilerinin Nobel ödüllü yazardan daha çok şeyler bildiği zehabına kapıldılar.

Bu makale, Necib Mahfuz’un dünyası ve onun edebi eserleri hakkında konuşmayı amaç edinmemekle birlikte, şu soru da oldukça önemlidir: Bu olağanüstü akıl, (şayet yaşıyor olsaydı) bugün, yirmi birinci yüzyılın ikinci on yılında ne derdi? Necib Mahfuz, 30 Ağustos 2006’da öldü. Hiçbir çiçek vermeyen ve hiçbir meltem esintisinin hissedilmediği Arap Baharından dört yıl önce… Sonrası zaten sıcak kum fırtınasına döndü. Necib Mahfuz eserlerinde güçlü karakterler ortaya çıkardı. “Mahallemizin Çocukları” romanında geçen “Cebelavi”, “Ezilenler” romanındaki “Aşur Naci” ve “Kahire Üçlemesi”nde geçen Ahmed Abdulcevad bunlardan bir kaçıdır. “Arayış” gibi başka romanları da vardır. Eserleri daha ziyade sorgulama ve yargılama üzerine kuruludur. Herhangi bir rejim, lider ve topluluğun sorgulamadan savunulmasını eleştirir. Şimdi ise bütün dünya tersine döndü ve dönem artık o dönem değil…
Sonradan meydana gelen gelişmeleri öngörmek dahi zordu ve bunların öngörülmesi güçlü romancı ve aydınların varlığını gerektirmekteydi.

Necib Mahfuz son derece reformist bir karaktere sahipti. Kendisi “Kahire Üçlemesi”nde geçen Ahmed Abdulcevad karakterine benzetilir. Her ne kadar kendisi solcu kanada yakın olsa da dini anlamda muhafazakâr siyaseti benimseyen kesime de uzak durmadı. 1919 devrimi ve sonrasında gerçekleşen 1952 Temmuz Devrimlerine hamasi yaklaşımlar sergiledi. Abdunnasır ve Sedat ile istişarelerde bulundu. Bazen de bunların tamamına yüz çevirir, insanoğlundaki karmaşıklıkların ve belirsizliklerin tezahürlerini araştırmaya koyulurdu. Zira İnsandaki tasavvufi yön felsefe ile dogmatik inanç fikir hürriyeti ile mezcedilebiliyor. Bazen her iki yön de tamamen yok olabiliyor.

Bu adam şimdi yaşasaydı günümüze dair ne derdi acaba? “DEAŞ”ı, devrimleri, güçlükleri, kaygıları ve bir görünüp bir kaybolan yeni nesilleriyle bu dönem hakkında neler söylerdi? Kim bilir Belki de başka Necib Mahfuz’lar yoldadır; şimdi klavyesinin başına geçmiş, içinde yaşadığımız ancak bir türlü idrak edemediğimiz bu dünya hakkında bir şeyler yazmaktadır.