Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Şu an düşünülmesi gereken şey nedir? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Ortadoğu’nun en geniş bölgesi olan Arap dünyası, toplumların ve devletlerin doğasını değiştiren birçok gelişmeye tanık olmaktadır. Bir yandan bu gelişmelere karşı nasıl hareket edileceği hakkında düşünmek zorunlu bir hale gelirken, diğer yandan da gelecek yol haritasını çizmek gerekiyor. Eğer açıklamak için şöyle tarihi bir kıyaslama yapılacak olursa bölgemiz, 1944 yılında yaşıyor. Bölge, hala devam etmesine ve bazen de şiddetli bir şekilde sürmesine rağmen İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1945 yılından önceki yılı yaşıyor.

Dünya, savaşta kimin kazanacağını gördü. ABD ve Sovyetler Birliği, uluslararası ilişkilerde yükselen iki güç olacaktı. Savaşın neden olduğu teknolojik gelişmeler, dünya tarihini etkileyecekti. Bütün bunlar, savaş sonrası sürece hazırlanmayı başlattı. Dünya düzeni nasıl olacaktı? Dünyada yeni oyunun kuralları neydi? Bölgemiz, teröre karşı hala savaşlara giriyor. Yemen’de İran’ın genişlemesine ve Suriye, Sina ve Libya’da şiddetin farklı şekillerine karşı koyuyor. Buna rağmen şiddet ve çatışmanın genel düzeyi, sözde DEAŞ devletinin kurulduğu zamana göre daha çok azaldı. Yemen’deki çatışma dengesi, kısa sürede kesin olarak meşru hükümetin yararına evrildi. Buna eş zamanlı olarak İran’ın Yemen’e müdahalesiyle ilgili kesin deliller ortaya çıktı. Aynı şekilde Soçi, Astana ve Cenevre toplantıları Suriye krizini müzakere masasına yatırarak uluslararası kararları uyguluyor. Bütün bunlar ve benzeri girişimler, Arap Baharı’nın neden olduğu volkan ve fırtınaların etkilerinin hala devam ettiğini ve yaralarının henüz iyileşmediğini gösteriyor.

Bu bahtsız durum ve tünelin sonunda ışığın görülmesi arasındaki ince denklem, geleceğe hazırlanmayı gerektiriyor. Özellikle meydana gelen bazı gelişmeler, kaygı verici değil; aksine ümit verici gelişmelerdir. Belki de bu bağlamda dikkatimizi çeken en önemli şey, dünyayı şaşırttığı kadar Arap dünyasını da şaşırtan Suudi Arabistan’daki büyük reform hareketidir. Söz konusu reform eğilimi, sadece Suudi Arabistan’da meydana gelmiyor. Aynı zamanda Mısır, Ürdün, Fas, Tunus ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) söz konusu reformun birçok işaretlerini görüyoruz. Bu reformların hepsi, terörle mücadeleye, sosyal, ekonomik ve kültürel kalkınmaya, vatandaşlık vurgusuna, barışa, Filistin meselesini çözmeye ve dini söylemi yenilemeye odaklanıyor. Reform, Arap devletlerinde önümüzdeki sürecin ana başlığını oluşturuyor. Reform hareketi; sanayi, teknoloji, refah ve eşitlik bakımından gelişmiş ülkeleri yakalamaya yönelik ciddi bir çabadır. Fakat bölge, sadece şiddetin varlığından dolayı değil de ülke, şehir ve hakların parçalanması gibi şiddetin neden olduğu sonuçlardan dolayı güçlü bir şekilde sızlarken; reform, herhangi bir neticeye ulaşamaz.

1944 yılı; Birleşmiş Milletler (BM) sözleşmesinin, uluslararası örgütün, Avrupa Birliği’yle ilgili düşüncelerin ve dünya tarihinde sömürgecilik sürecinin bittiğine dair esasların doğuşuna şahit oldu. Aslında savaş bittikten sonra tercüme edilen sahne bu şekildeyken, uluslararası Siyonist hareketin Yahudilere ulusal bir vatan inşa etme çabaları, Siyonist Yahudi devletine dönüştü. Hâlihazırda reform hareketlerini başlatan bölgedeki akil devletler tarafından düşünülmesi gereken şey, şu an yaşamakta olduğumuz süreç sonrasına şimdiden hazırlanmaya başlamaktır. Öncelikle bu konuşma, İkinci Dünya Savaşı sona ermeden önce ABD, Sovyetler Birliği ve İngiltere’nin dünyada toplar sustuktan sonra da Fransa ile Almanya’nın Avrupa’da yaptıklarını yapmak için Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve Ürdün’ü kapsıyor.

Bu çerçevede bölge devletlerine saygıya, içişlerine müdahale etmemeye, devletin bütünlüğüne dokunmadan azınlıkların haklarını tanımaya ve farklı şekilleriyle birlikte adem-i merkeziyetçiliğe dayanan bölgesel güvenlik sisteminin kurulması gerektiği düşüncesi önceden ortaya atıldı. Ve son olarak silahı kullanma hakkının sadece devlete ait olması gerekiyor. Bu bölgesel güvenlik sistemi, gelecekteki muhtelif meseleleri ele almak için yeterli değildir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın geleceğini ele alan devletler, savaştan sonra yıkılan Avrupa’yı imar etmek için düşünmeye başladılar. Bu düşünce sonrasında Marshall Planı ortaya çıktı. Daha da önemlisi, uluslararası bankanın ve Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) kurulma projesidir. Bölgemizde Irak, Suriye, Libya, Yemen ve Somali gibi ülkeler, yeniden imar edilmek için hem Arap devletlerinin hem de uluslararası toplumun büyük yardımlarına ihtiyaç duyacaktır. Neyse ki küresel piyasanın yanı sıra uluslararası teknoloji devrimi, yıkılan devletleri Avrupa ve Japonya’da meydana gelenlerden daha kısa bir sürede inşa ve imar etmek için güçlü bir şekilde katkı sağlayabilir. Bu yeni düşünce, imar faaliyetlerini şiddet ve radikalizmi doğuran ümitsizlik yerine gelecekte halklara ümit verecek ve barışı sağlamlaştıracak çözümlerin ayrılmaz bir parçası haline getirecektir. Belki de bu düşünce, savaştan yeni çıkan devletleri, kendilerini devamlı olarak yeniden sahaya sürmeye çalışan terör örgütleriyle daha az işbirliği yapmaya sevk edecektir.

Bölgesel güvenlikten siyasi ve ekonomik güvenliğe kadar tüm bu meseleler hakkında düşünmek, bölge için uygun olan fikirleri inceleyen düşünce ve planlama kurumlarının ve araştırma merkezlerinin yapacağı bir hazırlık sürecini gerektirecektir. Hatta bu, sadece İkinci Dünya Savaşı’yla ilgili değil, aynı zamanda Kore Savaşı, Vietnam Savaşı ve Hindiçin bölgesinde ya da genel olarak Güneydoğu Asya’daki savaşlarla ilgili uluslararası tecrübeyi öğrenmeyi gerektiriyor. Zira Güneydoğu Asya bölgesi, geleneksel savaşları, çete savaşlarını ve teröre karşı mücadeleyi bizzat yaşadı. Asya ve Avrupa’daki savaş ortamı, maddi ve korkunç beşeri kayıplar, umut vadeden kalkınma ve yardımlaşma deneyimleri için bir yol haritası hazırladı. Söz konusu deneyimler, şu an küresel ekonominin sütunlarını temsil ediyor. Asya ve Avrupa örneğinde olduğu gibi herhangi bir devletin uygun siyasi rejimi ve sınırsız politik düşüncesi olsa bile etrafında meydana gelen olaylara karşı duyarsız bir şekilde yaşaması mümkün değildir. NEOM projesinin sadece Suudi Arabistan’la sınırlı kalmayıp kuzeyde Ürdün sınırına ve Mısır’da Akabe Körfezi’ne kadar uzanması tesadüf değildir. Her halükarda bu durum, daha fazla çabaya ihtiyaç duyuyor. Fakat her şeyden önce maziden ders çıkartıp geleceğe hazırlanmak gerekiyor. Bunun için düşünmek fazilettir.