Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Suudi Arabistan’ın hedef alınması: Nasıl, ne zaman ve ne kadar? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Suudi Arabistan vatandaşı gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın davası gibi hiçbir dava, bağlamından bu kadar koparılmamıştır. Olay, suç ve güvenlik, bir devletin vatandaşının başka bir devletin topraklarında ortadan kaybolması ya da izinin bulunamaması boyutundan çıkarıldı. Sadece bölgede değil tüm dünyada en etkili ülkelerden biri olan Suudi Arabistan’ı hedef alan ve uluslararası ilişkilere zarar verebilecek bir davaya dönüştürüldü. Suudi Arabistan, düşmanları ve politikalarına muhalif olanların gözünde bir alametifarikaya dönüşerek birçok boyutta varlığını ve etkisini güçlü bir şekilde göstermeye başladı. Toplumsal olarak Suudi Arabistan’ı ilgilendiren ya da günlük olaylar ile bağlantılı konuların araştırma, yorumlama ve ele alınma biçiminde bu dönüşümün büyük etkilerini fark edebiliriz. Önde gelen ve kamuya mal olmuş bir şahsiyetin gizli ve şüpheli koşullar altında kaybolması gibi büyük bir olay da şüphesiz bu şekilde ele alınacaktır.

İki nedenden ötürü Cemal Kaşıkçı davasının sorunlu bir dava olduğunu düşünüyorum. Birinci neden; yaşananları dikkatli bir şekilde okuduğumuzda tüm araçlarla Suudi Arabistan’a karşı şiddetli ve sistematik bir saldırı düzenlendiği, belirli bir olaya gösterilen tepkiden çok politik bir tutum benimsendiğini görebilmemizdir. Bir süredir Suudi Arabistan ile ilgili her olay ya da konuda benimsenen tutumda bazı değişimler yaşandığını gözlemleyebiliriz. Bilhassa, dış politikada kabuğuna çekilmeyi ve pasif bir politika benimsemeyi reddeden, iddialı ve cesur “Yeni Suudi Arabistan” vizyonunu yaratan Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın yükselişi ile bu saldırılar artmıştır. Bu yeni Suudi Arabistan’a karşı olanlar onu hedef alarak, önüne sürekli engeller çıkarmaya çalışmaktadırlar. Çünkü aktif bir dış politika, Veliaht Prens’in sadece ekonomi değil tüm alanlara uzanması gerektiğine inandığı tam dönüşüm ve şeffaflık vizyonunun bir parçasıdır. İkincisi; olayın ayrıntıları ya da kişiler yerine genel olarak olay hakkında konuşmanın yasal işlemlere saygılı olmanın bir parçası olduğuna inanmamdır. Haber ajansları ve yabancı gazeteler, Arap versiyonlarında şüphe götürmez bir şekilde Suudi Arabistan’ın suçlu olduğuna inandıklarını belirtiyorlar. Kuşkusuz bu inançları bu tür durumlarda başarılı bir propaganda yürütmekte hiç kimsenin eline su dökemediği Al-Jazeera’nın temelsiz iddialarına dayanıyor. Buna rağmen herkesin olayın ilgili tarafları Suudi Arabistan ve Türkiye’ye karşı saygılı olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü hiçbir kanıtın olmadığı ya da bir sonuca ulaşılmadığı durumlarda diğer tarafların üzerine düşen tek şey, gerçeğin ortaya çıkmasına katkıda bulunmaktır. Ülkelerin egemenliğine saygı duymak aynı zamanda yürütülen soruşturmaya da saygı duymayı gerektirir. Suudi Arabistan Kralı’nın, politik tutumları ya da düşünceleri ne olursa olsun ülkesinin bir vatandaşının kaybolması karşısında duyduğu mutlak ahlaki sorumluluktan yola çıkarak hem içeride hem de dışarıda bir soruşturma başlatılması emrini vermesinin ardından saygılı bir şekilde soruşturmanın sonuçlarını beklemek yapılacak en iyi şeydir. Kuşkusuz bu soruşturma, kişiye göre değil, genel olarak davanın ayrıntıları göz önüne alınarak ve davanın içeriğine göre yürütülecektir.

Genel olarak bakıldığında, bugün Suudi Arabistan, hiçbir ağırlığı ya da etkisi olmayan hedef alınması kolay bir ülke değildir. Aynı şekilde kendisine uygulanan baskı ve şantaja da boyun eğmeyecektir. Çünkü Suudi Arabistan, Batılı ülkelere baskı yapmak için vatandaşlarını kaçıran terör örgütlerinin ideolojisi ile hareket eden ülkeler gibi değildir. Günümüzde Al-Jazeera benzeri kanallar ve basın araçları, en az terör örgütleri kadar ülkeleri hedef alan yıkıcı savaşlar yürütmektedirler. Bu gibi medya kuruluşları, medyada açılan büyük gediklerden sızarak ülkeleri tehdit etmektedirler. Günümüzde özellikle de televizyon gibi geleneksel medya yerine yeni medya araçlarına ilgi gösteren izleyicileri cezbetmek için yürütülen açgözlü savaş, medyaya büyük zararlar vermektedir. Bilhassa birkaç yıldır radikal eylemler ve terör olayları, ülkelerin birbirini boykot etmesi ya da ilginç ve kanlı haberlerin sürekli gündemde olması izleyicileri daha kışkırtıcı haberlere ilgi göstermeye itmektedir. Bu durum, içerik olarak, araştırmacı gazetecilikten çok, hayal ürünü hikâyelere dayanan ve Al-Jazeera kanalında yayınlanan “Çok Gizli” (Sirri Lilgaye) programı benzeri programların elde ettiği büyük popülerliği açıklamaktadır.

Olay açısından baktığımızda ise Suudi Arabistan’ı hedef alan ve ona düşman olan ülkelerin yayınlarında yeni stratejiler benimsediğini fark edebiliriz. Bu yayınlar eleştiri dozunu aşarak doğrudan yükselen genç siyasi idareyi hedef almaktadır. Bugün yaşananlar, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın projesini hedef almaktadır. Bu düşmanlık birçok nedene dayanmaktadır. Başta ülke için en önemli iki alan olmak üzere Suudi Arabistan’ın farklı alanlarda yaşadığı bu dönüşüm bir dönüm noktasıdır. Çünkü bu, Suudi Arabistan’ın yürüttüğü sürdürülebilir bir değişim projesinin yansımasıdır. Suudi Arabistan, yatırım alanında bir canlılık yaşamasına neden olacak uzun vadeli bir vizyon ve finansman ile şirketler bazında dev projeler sunmaktadır. Buna ek olarak, kuşkusuz genç ve istikrarlı bir siyasi idarenin etkileri ve vizyonu yıllarca sürecektir. Aynı şekilde, Veliaht Prens de bazı gerçekleri net bir şekilde ortaya koymuştur. İçi boş konuşmalar ile yetinmeyerek teröre karşı bizzat savaşmıştır. Bazı ülkeleri dinden çıkmış ülkeler ve kimi ideolojileri radikal olarak nitelemekten kaçınmamıştır. Bunun da ötesine geçerek, işsizlik ve nüfus düzeyinde ciddi sorunlar ile karşı karşıya olmamasına ve zengin kaynaklara sahip olmasına rağmen ülkedeki gelişim ve kalkınma çarkının dönmesini engelleyen düşünceler ve kuruluşlar tarafından toplumun esir alındığını cesaretle itiraf etmiştir. Bugün Suudi Arabistan, yarı kontrollü ekonomik mekanizmayı reddederek özelleştirme politikalarına yöneliyor. Kuşkusuz Suudi Arabistan’ın yaşadığı bu gelişmeler, küresel yatırım ve özelleştirme pastasından kendi payını almak için rekabet etmesi, modern değerlere inanması, terörle savaşması, aşırılığa karşı mücadele etmesi, kadın haklarına saygılı olması, cazip bir refah toplumu yaratmaya çalışması, güçlü bir Suudi Arabistan’a tahammülleri olmayan düşmanlarını rahatsız etmektedir.

Suudi Arabistan’ın genç yönetimi, sadece içeride köklü değişimlere imza atmamıştır. Bilakis dış politikada da mutlak küresel ittifaklara güvenmemek gibi yepyeni bir politika benimseme yoluna gitmiştir. Ki bunun sonuçlarını da bölgesel siyasi dengelerde yaşanan değişimde açıkça görebiliriz. İran ve uzantıları başta olmak üzere bölgesel gerilimi tırmandıran güçler gerilerken, Suudi Arabistan’ın gücü her geçen gün artıyor. İçeride ise bölgenin içinden geçtiği en kritik anlarda (Arap Baharı) bile Suudi Arabistan iç güvenliğini ve istikrarını tüm gücüyle korumayı başardı. Öyle ki bu başarı, ABD ve Avrupa ülkelerindeki birçok üst düzey siyasi analizcinin: Suudi Arabistan buna nasıl karşı koyabildi? sorusunu sormasına neden olmuştur. Kuşkusuz bu soru, siyasi bir Hallac-ı Mansur veya Osman’ın gömleği benzeri olaylar yaratılarak Suudi Arabistan’ın karşısına çıkarılacak her yeni krizde tekrarlanacaktır.