Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Toplumlarımızdaki çağdaş demokratik güçler neden kaybediyor? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Kaybetmekten bahsetmek, kazanmaktan konuşmayı da kapsamaktadır.

Yani biz, iki tarafı da bir araya getiren bir denklemle karşı karşıyayız: Kaybeden-kazanan.

Daha açık ve net bir şekilde söyleyecek olursak –ki bazen böyle olmak gerekiyor- kazanandan maksat, İslamcılardır.

İslamcılar, büyük ölçüde çağdaş demokratik güçlerin olumsuz bakiyesinden ötürü kazanmaktadır.

Aslında genelleştirmeden uzak bir şekilde yoğunlaşmak istediğimiz düşünce, modernleşme fikrinin asaletine ve kazanımların birikmesine rağmen özellikle Kuzey Afrika’daki (Mağrib) Arap ülkelerinde daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Siyasal İslam’da mevcut olmayıp çağdaş güçlerde mevcut olan olumlu faktörlere rağmen Mağrib toplumlarında çağdaş güçlerin etkisini azaltan sebepleri açıklamadan önce biz, Tunus örneğine odaklanacağız.

Tabi pek çok modernist, makalemizin başlığının yenilikçi güçlerin sosyal değişimdeki konumunu ve rolünü göz ardı ettiğini, başlığın subjektif bir ifade olduğunu ve çağdaş güçlerin çabalarını ihmal ettiğini düşünebilir.

Öyle görünüyor ki kaybetmeyi ve başarısızlığı kabul etmek, bir tür eleştiri ve kendini gözden geçirmedir. Aynı zamanda bu, yanlış ve zayıf noktalara dikkat edildiği zaman gelecekte kazanmaya yönelik bir teşviktir.

Tunus devriminden bu yana ve son yıllarda Nahda Hareketi’nin, iç ve dış sarsıntılara rağmen siyaset sahnesine nasıl yerleştiğini ve konumunu nasıl muhafaza ettiğini Tunus örneğinde gördük.

İç ve dış sarsıntılarla İslami partilerin gerileme kaydetmesini kastediyorum. Buna rağmen biz, çağdaş partilerde siyasi karışıklık ve güçlü parçalanma durumunun devam ettiğini görüyoruz.

Doğal olarak bu olumsuzluklar, Nahda Hareketi’ne yaradı. Şaşırtıcı problem şu ki yenilikçi kanat, halktan ve iş insanlarından destek gördü. Zira İslamcılara karşı gerçek bir siyasi cephe oluşturmak ve başarılı olmak için Nida Tunus (Tunus’un Sesi) Hareketi’nin yenilikçi aydınların ve geniş halk kitlesinin iradesiyle ortaya çıktığı söyleniyor.

Nida Tunus, 2014 yılındaki parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı ve seçimlerde üstünlüğü sağladı. Özellikle Nahda Hareketi, Ekim 2011’de Ulusal Kurucu Meclis seçimlerini göreceli bir çoğunlukla kazandığı zaman çağdaş demokratik güçlerin saflarında tehlike çanları çalmaya başladı.

Modernistlerin yönetimdeki varlığı, 2014 seçim sonuçlarından bu yana Nahda’nın desteğine bağlı hale geldi. O dönemde şu anki Cumhurbaşkanı El-Beci Kadi es-Sibsi, bu ilişkiyi bir uzlaşma olarak nitelendirdi. Son zamanlarda uzlaşma yönteminden vazgeçip farklı şekillerde uzlaşmayı parçaladığını açıklamasına rağmen bu şekilde Cumhurbaşkanı, Tunus’taki siyasi yönetimin kurallarını pekiştirdi. Fakat uzlaşma yönteminin vazgeçilmesi zor bir şekilde Tunus’ta siyasi hayatın içine girdiği görülüyor.

Bugün “Yönetime geçen, Nahda’nın desteğine ihtiyaç duyar.” sözünün Tunus’ta siyasi bir kural haline geldiğini söyleyebiliriz. Çoğunluğun bu kuralı anladığı ve güç dengelerinin analiz ve kanaatlerine göre farklı şekillerde bu kurala göre hareket ettiği görülüyor. Büyük bir tartışmaya neden olan kabine revizyonunun ardından Yusuf Şahid hükümetinin bu hafta güvenoyunu elde etmesi belki de bizim bu düşüncemizi doğrulamaktadır. Nitekim hükümet, Nahda Hareketi’nin temsilcileri tarafından desteklendi. Diğer yandan Nida Hareketi’nin adayı Yusuf Şahid’in partisi, kabine revizyonuna karşı çıkarak bakanların istifasını istedi. Bakanlıktan değil de partiden istifa etmeyi tercih eden bakanlar oldu.

Bu mantıksız durum, solun parçalanmasına ve çağdaş güçlerin dağılıp zayıflamasına karşı rahatsızlığını dile getiren Tunus’taki aydınları hayal kırıklığına uğrattı. Sözde azılı bir rakibi temsil eden Nahda Hareketi nasıl kazanan taraf olabilir? Tunus’taki çağdaş güçlerin bu şekilde başarısız olmalarını nasıl anlayabiliriz?

Tabi bunu açıklarken tek bir nedenle yetinmemiz mümkün değil. Bu başarısızlığın çeşitli nedenleri bulunuyor. Belki de bu çerçevede tarihi sebep göz ardı edilemez. Bunun için fikir, proje ve parti eğilimleri yönünden modernleşmenin yeni bağımsız Arap ülkelerindeki rejimler tarafından desteklendiği gerçeğini ihmal etmemeliyiz. Bu destek, yenilikçi güçleri kendi mücadelelerinde birazcık rahatlattı. Demokratik güçlerin rejimlerle çatıştığı yıllarda bile bu çatışma, yumuşak ve hukukiydi. Bundan dolayı demokrat radikal muhalefet bile direniş stratejisinde halkın geneline itimat etmedi. Aksine demokrat radikal muhalefetin söylem ve iddiaları, her şeyden önce aydınlarla bağlantılıydı. Rejimlerin demokratik güçlerden niçin korkmadıklarını böylece anlamış oluyoruz. Çünkü demokratik güçler, sınırlı halk etkisinin farkındaydı.

Bu tarihi arka plan, yenilikçi demokratik güçlerin siyasi çalışma yöntemine baskı yaptı. Bugün yenilikçi demokratik güçler, tamamen farklı bir çalışma yöntemine sahip İslamcı rakiple çatışma içerisinde bulunuyor. Şöyle ki İslamcılar, birinci derecede halk tabanına itimat etmesinin yanı sıra hareket içerisinde parti disiplinini ve demokrasiyi bir arada tutuyor.

Yine bu başarısızlık, yönetime geçmek isteyen egoist iradelerin çatışmasından da kaynaklanmaktadır. Bunun için çatışma, kendisini modernizmin koruyucusu kabul eden yenilikçi güçlerin liderleri arasındaki iletişime hâkim oldu.

Çağdaş ve demokrat güçlerin aktif hale gelmesine yardım edecek olumlu ve güçlü faktörlerin bulunmasına rağmen tek görüş kültürünün, egoizmin ve modernleşme örtüsünün altına gizlenen diktatörlüğün; yenilikçi güçlerin gelişmesini engellediğini ve onları art arda başarısızlığa sürüklediğini görüyoruz.