Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Trump, Beyaz Saray’da kalıcı | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

ABD Başkanı Donald Trump hakkında soru yağmuruna denk gelmediğimiz bir günümüz geçmez oldu. Hepsi de kritik kararlara yönelik kritik sorular. Hem de sadece ABD’nin geleceğini de değil; tüm dünyanın geleceğini ilgilendiriyor. Trump, İran’a karşı savaş başlatır mı? (Şu an Youtube’da savaşın biçimini ve onda kullanılan silahları, hedef alınacak noktaları, İran’ın buna tepkisini ve bunun gibi hikâyeler kuran videolar dönüyor). Özel Avukatı Michael Cohen’e yönelik suçlama kararının çıkmasıyla yaşanan son gelişmeler ne getirecek? Seçim kampanyasının yöneticisi Paul Manafort, 2016 yılındaki ABD seçimlerinde Rus müdahalesinin varlığına yönelik ihtimallerin sıralandığı listeye eklenecek mi? Yoksa gerçekler, uygulamaları ve bir zamanı olan kanuni bir çerçevede yürütüldüğü için bu gelişmelerin artık bu adamın akıbeti ile bir ilişkisi kalmadı mı? Zaten görevden alma süreci de siyasî, anayasal ve yasal şartları sağlamıyor. Anayasa, iki Kongre meclisinde uzun bir soruşturmanın ardından üçte bir çoğunluğa ulaşılmadıkça Başkan’ı suçlamaz. Kanundan kasıt, Cumhuriyetçi ve Demokrat politikacılar topluluğunun yargı koridorlarında hedeflerine ulaşana kadar bu adamın peşine düşmeye hazır olmaları mı yani?

Trump’ın karakterine ve dönemine yönelik analizcilerin hemfikir olduğu bir şey varsa o da şu: tutum ve davranışları öngörülemez. Zaten Beyaz Saray’a gelişi de sıradışıydı. Kongreden hükümete ve istihbarata kadar tüm Amerikan kurumları ile olan ilişkileri endişe verici. Bununla beraber Trump ile ilgili sabit olan gerçekler şunlar: Öncelikle, seçmen kitlesi, şimdiye dek ona olan bağlılığını sürdürdü. Bu kitle, ABD önem listesinde ‘ilk’ sıraya düştüğü ve bir savaşa dalmadığı, Amerikan ekonomisi geliştiği sürece cesur şövalyesinin başkanlığa nasıl geldiğini önemsemiyor. İkinci olarak bu adam, özü baskı ve Amerika’nın içeride ve dışarıdaki ‘liberal tavrını’ azaltma şeklinde olan vaatlerini yerine getiriyor. Üçüncü olarak söylenenlerin aksine bu adamın davranışlarını yöneten bir mantık var. Belki ‘iş adamı’ sınıfından olması belki de ‘beyaz Amerikalı milliyetçiliği’ olarak tarif edilen ‘Amerikan milliyetçiliği’ ideolojisine bağlı olması ile ilişkilendirilebilir. Bu kimseler, Amerika’nın dünyadan ve onun kötülüklerinden uzak durmasını istiyorlar.

Bu üç gerçeğe dikkat eden kimse, Amerikalı ve Batılı gözlemcileri ve analizcileri şaşırtıyor gibi görünen stratejik bir düşünce modelini ortaya çıkaracak. Ancak bu bakış, Batılı seçkin tabakada yaygın olan liberal eğilimden yoksun ise mantıklıdır. Bu tabaka, Clinton yönetiminden Obama dönemine kadar geçen yirmi yıllık sürede ve Oğul Bush yönetiminde hâkim olan yönetim tarzı ve uluslararası ilişkiler üzerinden ona hükmediyor. Hâkim düşüncenin liberalizm mi yoksa yeni muhafazakâr düşünce mi olduğunun bir önemi olmaksızın. Trump’a bu sabiteler üzerinden yaklaşmak, onun iç ve dış politikalarını anlaşılır kılıyor ve şaşılacak bir yanı olmadığını gösteriyor. Bu adam her sabah her tweetiyle Amerikan ekonomisini daha az vergi ve çok daha az uygulama ile serbest bırakan Doğu liberal Amerikan kurumunu baltalıyor. Dış politikaları, Kuzey Kore deneyiminde kendini belli etti. Bu deneyim, ‘öfke ve ateş’ savaşı ile Pyongyang’a taş taş üstünde bırakmayacak kıyameti getirme tehditleri ile başlamış; Singapur’un Sentosa şehrinden düzenlenen ve Kuzey Kore’yi nükleer silahlarından el çektirip Amerika’yı Güney Kore’deki askerî varlığını azaltmaya ikna eden bir anlaşmanın imzalandığı bir konferans ile sona ermişti. Bu tehdit ve anlaşma arasından, kuzey komşusu ile bir barış anlaşmasının peşinde koşan Güney Kore ile nükleer bir Kuzey Kore ve stratejik bölgesinde yoğun bir Amerikan varlığı istemeyen Çin gibi önemli üçüncü taraflar da faydalandı. Suriye tecrübesi ise DEAŞ’a karşı zafer elde edilene kadar gerilimi ve Amerikan güçlerini artırmayı kabul etmekle başladı ve güçlerini azaltıp geri çektiğini açıklaması ve Türkiye, İran, İsrail ve Beşşar Esed yönetimi arasında bir uzlaşma sağlasın diye işi Rusya’ya bırakması ile devam etti. Bu esnada Amerika’nın kırmızıçizgileri de biliniyordu tabi: kimyasal silah kullanılmayacak, İsrail’in güvenliğine dokunulmayacak, bağımsız bir devlete heves etmemesi gereken Kürt güçlerine dokunmak da yok!

İran’a yönelik politika daha karmaşık görünüyor. Zira daha ilk adımlarını atıyor. İlk aşamada Trump, uçurumun kenarını temsil eden bir adam. Bir yanda gücünü son damlasına kadar kullanma vaadi var; diğer yanda farklı muhalefet biçimlerini destekleyerek İran siyasi sistemini tasfiye etme tehdidi. Bununla birlikte Trump, arzulamadığı ve dalmayı istemediği bir savaşa doğru ilerlemeyi değil de İran’ın nükleer gücünü yerle bir edecek basit herhangi bir anlaşma istiyor. Bir önceki anlaşmaya göre, İran’ın potansiyellerini silaha dönüştürmesi yasak ve bilindiği üzere bunun cezası, Amerika ve İsrail tarafından doğrudan yıkımdır.

Ancak İran’dan istenen öncelikle Suriye’den çekilmek suretiyle tamamen ya da oradaki silahlanmayı azaltarak kısmen İsrail’den uzak durmasıdır. Daha sonra Suriye ve Lübnan’da Hizbullah’a yönelik desteklerine bir son vermesi, İran’ın Irak’tan Yemen’e kadar olmak üzere bölgesel yayılmacılığını kısıtlaması ve son olarak da genel anlamda terörü ve terörizmi desteklemekten el çekmesi. Buna karşılık vaat edilen şey ise Kuzey Kore’de komünist rejimde olduğu gibi İran rejimin devam etmesidir. Bu noktada üçüncü taraflar (Avrupa ve özellikle de Almanya), anlaşmaya varmayı sağlamaya çalışan arabulucu rolü oynuyor.

Moskova ile olan ilişkiler, çok daha çetrefilli. Öncelikle şu gerçeği kabul etmeli ki Rusya, ekonomik ve siyasi durumu ne şekilde olursa olsun dünyada Amerika’nın karşısında dikilebilen nükleer ve askeri bir devlettir. Amerika’nın ilk ekonomik rakibi olan Çin üzerinde de jeostratejik bir kısıtlayıcı olabilir. Rusya’nın Amerikan seçimlerindeki tercihinin Trump olup olmamasını bir kenara bırakalım; ABD Başkanı, Helsinki’de yaptığı gibi Moskova ve Washington arasındaki ilişkilerin Soğuk Savaş’tan beri var olan istihbarat değerlendirmelerine ve tarihî önyargılara mahkûm olmasını istemez. Trump, Rusya ile tarihî ve stratejik bir uzlaşma istiyor. Ve bu uğurda yukarıda bahsedilen belirleyicilerin ışığında Suriye’deki krizin çözülmesinde en büyük payı Rusya’ya vermeye de hazır. Bunun da ötesinde Rusya’nın Gürcistan ve Ukrayna-Kırım’daki varlığını ilgilendiren bir anlaşmaya da karşı çıkmaz.

Ancak iş burada bitmiyor. Moskova’nın, Arap-İsrail çekişmesini sona erdirme ve petrol fiyatlarını ABD’nin Ortadoğu’daki müttefiklerine zarar verecek seviyeye düşmese de Amerikan kaya petrolüne zarar vermemesi açısından tavan yapmayacak şekilde belirlemeye yönelik Amerikan çabalarına destek verdiği o ‘anlaşma’ da gerçekleşecek. Rusya’nın aynı zamanda İran ve Türkiye’yi sınır kuvveti olarak kullanma noktasında ikna etmede oynadığı bir rolü de var. Her şeyden önemlisi siyasi coğrafya, güçlü, yayılmacı bir Türk veya İran komşuluğunda Rusya’nın çıkarı olmadığına hükmediyor.

İşler nasıl görünürse görünsün Trump, en azından ilk başkanlık dönemi sona erene kadar iktidarda kalacak. Siyaseti de öyle göründüğü gibi değişken ya da sallantıda değil. Onun politikaları seçimleri kaybeden ve Trump’ın istediğinden farklı bir dünya isteyen siyasî rakipleri tarafından kabul görmüyor sadece, hepsi bu!