Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Trump’ın inanılmaz hikayesi | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Düşmanları, onun kullandığı ifadeler ve uyguladığı politikalar sonucunda seçmen tabanını kaybedeceğini zannetmişti. Ama genel kamuoyu yoklamasının verileri gösteriyor ki arkasında o nereye giderse peşinden giden, sarsılmaz bir seçmen kitlesi var. İşte ABD Başkanı Donald Trump’ın hikayesinde şaşırtıcı olan şey bu. En son hikaye Helsinki konferansı ve ilişkileriydi. Ancak bu hikaye, zirvenin sona ermesiyle bitmedi; çıkardığı gürültü halen devam ediyor. Trump ve zirve esnasındaki tavırlarına yönelik eleştiriler dinmiyor. Senato’daki Cumhuriyetçilerin ve Demokratların çoğu, Amerikan ve Rus başkanların buluşmalar tarihinde böylesine hiç denk gelinmediği konusunda hemfikir. Ne Sovyet ne de federal Rusya döneminde…

Şaşkınlık, ABD Başsavcılığı’nın ABD seçimleri dosyasında Rus istihbaratında çalışan 12 askere yönelik bir suçlama kararı çıkarmasından kaynaklanmıyordu. Amerikan başkanlık seçimlerine Rus müdahalesi yönündeki suçlama, ne yeni ne de şaşırtıcı. O kadar ki mevcut başkanlık döneminin temel özelliklerinden biri haline geldi. Şaşkınlık, bir dizi yeni ayrıntı ve suçlamaların ardı sıra geldi. Hani eski avukatı, Başkan ile önceden bir ilişkisi olduğu iddia edilen Amerikan bir kadın sanatçının susması karşılığında 130 bin dolar ödeme talebini içeren bir belge yayımlamıştı.

Bu hikaye, Trump’ın karizmasını çizemedi. Tıpkı Başsavcılığın Rus sanıkları suçlama kararını duyurmasının Trump’ın popülaritesine halel getirmediği gibi. Amerikan istihbaratı, Moskova’yı müdahale etmekle suçlasa da Trump, Putin’in seçimlerle olan ilişkisini doğrulayan herhangi bir açıklama yapmadı. Bu durum, Trump’ın ABD’deki ana halk akımını temsil eder hale gelmesinden başka bir şeyle açıklanamaz. Bu akım; ne Başkan’ın özel hayatıyla ilgileniyor ne de Amerikan seçimlerine yönelik bir müdahalenin olup olmadığını umursuyor. Aslına bakılırsa Trump’ın tabanıyla yapılan kamuoyu yoklaması, televizyon ayağında CNN olmak üzere The New York Times ve Washington Post gazetelerinin temsil ettiği sivil toplum kuruluşları Amerikan medyasına saldırırken Trump’ın güvenilir olduğuna inandığını gösteriyor. Bu üçü, kendilerini Başkan’a saldırmaya adadı. Başkan ise Twitter üzerinden onlara misliyle karşılık veriyor. Görünüşe göre attığı tweetler de Fox Haber gibi destekli ağlar ve gazetelerden bile çok daha etkili oluyor. Trump kişisel hayatında erdemliler takımından olduğunu hiçbir zaman iddia etmedi. Bununla beraber verdiği sözleri tuttuğunu sürekli vurguluyor. Müzakere yapmak ve anlaşmalar imzalamak konusunda rakiplerinden daha güçlü olduğu gibi Amerikan çıkarları konusunda da her zaman daha hassas oldu.

Belki de en şaşırtıcı olanı, Moskova’ya yönelik en ufak bir değerlendirme ile bir tür uzlaşma, işbirliği veya diyaloga her zaman köstek olan Amerikan fikrî ve siyasî seçkinler takımında veya medyada olsun, Trump’ın liberal rakiplerinin söz ve davranışlarıdır; Trump’ın söz ve tavırları değil. O her daim silahlanmanın sınırlandırılması anlaşmalarının, küresel sorunların çözümü için işbirliğinin ve Rusya’yı küresel sistemin içine sokma çalışmalarının davetçisi oldu. Moskova ile görüşmelere başladığında Başkan Nixon’u alkışlamışlar ve onu 1974 yılındaki Helsinki anlaşmasına doğru itmişlerdi. Ronald Reagan, Moskova’yı şer imparatorluğunun başkenti ilan ettiğinde çok endişelendiler. Öte yandan Rusya, G-7’ye dâhil olup da grubu G-8 yapınca sevinçleri görülmeye değerdi. Hatta Rusya, Kırım yarımadasını ilhak edip de Ukrayna’ya yönelik düşmanca bir tavır sergilediğinde bile Obama, ABD-Rus ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi için bir çağrıda bulunmakta sakınca görmedi. Muhtemelen daha dişli bir düşmana dönüşmesin diye. Demokratlar için ve geçmişte liberal bakış açısından iyi olan bir şey, şimdi Trump yapınca neden itiraza uğruyor?

Böylesi bir liberal ikiyüzlülük, Amerikan liberallerini ve medya ayağını şu iki önemli meseleye karşı kör etti: Bunlardan ilki, ülkenin gelişmiş, güçlü ve güvenilir göründüğü Dünya Kupası turnuvasının yapıldığı tam bir ay boyunca Rusya’yı destekleyen durumdur: ne ekonomik çöküş ne de siyasi ve ahlaki diktatörlüğe dair hiçbir emare yok. Özetle Rusya, o haliyle hiç de Sovyetler Birliği’nin ikinci bir kopyası gibi değildi. Bu, uluslararası ilişkilerde denklik ve disiplinin yan yana yürüyebileceği bir durumdur. İkincisi ise, Amerikan seçimlerine Rus müdahalesine ilişkin konuşmalar esnasında gerek Suriye olsun gerek Ukrayna veya İran; kimse küresel planda neler olup bittiğiyle ilgilenmedi. Hatta küresel sistemi yönlendirip dünyadaki savaş ve barışın geleceğine karar veren uluslararası ilişkilerin temel direklerinden biri olan Amerikan-Rus ilişkilerinin geleceği bile umursanmadı.

Trump ve ABD’deki düşmanları arasında süregelen siyasi savaşı ve hatta bizzat Cumhuriyetçi partinin dairelerindeki çekişmeyi bir kenara bırakırsak bu adam, kendisine karşı şiddetli muhalefete rağmen Amerikan dış politikasına imzasını atmaya başladı. Bu varlık, Amerikan dış politika kurumlarında da istihbaratta da hissediliyor. Adam, kendisinin ABD’nin ana çıkarları olarak gördüğü şeyleri kabul etmeyenler için tarihte eşine rastlanmayan bir ceza ile gözdağı vererek öfke ve ateşe birçok mermi atsa da her koşulda bu çıkarlara giden yolu açan stratejisinin bir bölümünü uygulamış oluyor. Bunun ilk örneği Kuzey Kore ile yaşandı: Öncelikli hedef, Pyongyang’ı nükleer silahsızlanmayı kabule yanaştırmaktı ki, Singapur zirvesinde bunu başardı. Bu, Güney Kore’deki Amerikan askeri varlığını ve manevralarını azaltmaya ve Kuzey Kore’ye yönelik yaptırımları kaldırarak oradaki yatırımı artırmaya mal olsa da önemli değil. Nitekim bunlardan hiçbiri Trump’ın dışarıdaki askerî varlığı genişletmeye pek hevesli olmayan iş-ekonomi felsefesinin merkezinde yer almıyor. Bunu uygulamak için müzakere yürütmek gerekir ve vakit alır. Ancak genel stratejik çerçeve gerçekleşmeye başladı. Bir başka örnek ise Rusya ile Helsinki’de yaşandı. Trump, seçim kampanyasından beri bu yolun taşlarını döşedi. Bu adam, Putin’in Rusya’daki liderlik gücünden etkilendiğini söylerken seçmenlerine karşı dürüsttü. Rusya’nın birlikte iş ve hatta işbirliği yapılır devletlerden biri olduğu konusunda da netti. Bu inanç, Suriye ve Irak’ta DEAŞ’ı yenmek ve Suriye topraklarında çıkacak bir çatışmanın önünü almak için yapılan koalisyonla da kendini doğruladı. Rusya’nın İran’ın İsrail’in kuzeyinden 100 km geriye çekilmesi yönündeki önerisi, müzakerelerin sonuçlarını olmasa da belki rotasını ortaya koyar. Her ne kadar Amerika, Rus teklifini reddetmiş olsa da bu öneri, İran’ın Suriye’deki varlığının meselenin özü ve geri çekiliş sürecinin belirlenmesinin de sadece ayrıntı olduğu anlamına gelir. Özellikle de Rusya, İran’ın bölgesel plandaki düşmanca tavrına itiraz etmezse.

ABD’nin dâhil olduğu yeni bir anlaşma çerçevesinde bu meselenin tartışılması mümkün. Her halükârda Helsinki’ye dair bu hikaye, henüz tamamlanmadı.

Belki asıl sürpriz, tüm sonuçlar ortaya çıktığında yaşanır; kim bilir…