Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Yeni Ortadoğu | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Pek de uzak olmayan bir zamanda ‘Yeni Ortadoğu’, bölgeyi kendi çıkar ve arzularına uygun olarak yeniden şekillendiren bölgesel veya küresel herhangi bir güç anlamına geliyordu. Bu çıkar ve arzuların, bölgedeki devletlerin ve halkların çıkarlarına illa ki uygun düşmesi de gerekmiyordu. Sykes-Picot Anlaşması’nın mutsuz edici bir anısı var. O kadar ki beklenen üzücü bir sonuç hakkında ne zaman bir harita, kitap, not veya bir görüş söz konusu olsa örnek olarak verilirdi. İsrail’in eski Cumhurbaşkanı ve Başbakanı Şimon Peres, 90’lı yıllarda ‘Yeni Ortadoğu’ hakkındaki kitabını yayımladığında Arap bölgesindeki genel kanı, ‘İsrail döneminin başlamış olduğu yönündeydi. Ardından ‘Büyük Ortadoğu’ ibaresi, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın lügatinde yerini aldığında bunun Arap lügatindeki karşılığı, ABD’nin Arap ve Arap olmayan tüm Ortadoğu bölgesinde etkinliğini hissettirdiği bir süreç oldu. Soğuk Savaş bitmiş ve dünya, iki kutuplu dönemin sona ererek artık tüm dünyada etkin tek bir kutbun var olduğu ve dünyanın geri kalanına da onu hedeflerine konu olmaktan başka seçeneğin kalmadığı konusunda görüş birliğine varmış idi.

Ancak dünya, değişti. Tabi, Ortadoğu da… Şurası kesin ki ABD, artık etkin olan tek kutup değil. Onun Rusya’yı, Çin’i ve askeri ve ekonomik sahada pay sahibi olan diğer başka kutupları görmezden gelmesi pek mümkün değil. Bunun sebeplerini tartışmak bu yazının konusu değil. Bizi ilgilendiren, Başkan Donald Trump’ın seçilmesinin, NATO’daki en yakın müttefikleri de dâhil olmak üzere dünyayı pek önemsemeyen Amerikan milliyetçiliğinin yeni bir türü olarak sunulmuş olmasıdır. O şu anda, dilediği ve istediği sürece tüm dünyaya sunulan yeterli bir evren olarak görülmekte. Böylece çok kutuplu dünyadaki ilk adım, farklı bölgesel rejimlerde oldukça etkili olmaya başladı. Avrupa’ya bakan bir kimse pek çok değişiklikle karşılaşacak. AB artık NATO’nun bir uzantısı değil. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkması da bunun önemli bir göstergesiydi. Polonya, Macaristan ve İtalya’daki son değişiklikler, yeni bir Avrupa yönelimini temsil etmektedir. BRICS ülkelerinin ilk toplantısı ve Kuzey ve Güney Kore arasındaki cilveleşmeler başta olmak üzere küresel sistemin diğer sahneleri, çeşitli bölgesel değişiklikler hakkında başka bir hikâye anlatmaktadır. Tüm bunların önemi bir yana liberalizm ve demokrasinin, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu zamana yeni dünyanın alışkanlığı haline gelmesinden sonra küresel düşüncede özsel bir değişim meydana gelmeye başladı. Uluslararası gerçeklik, bu ikisini sorgulamaya tabi tuttu. Halkların ve milletlerin çeşitliliği ve gelişim düzeylerinin farklılaşması ile birlikte artık ikisine de tartışılmazlık payesi verilmiyor. Her ülke için her zaman geçerli olacak siyasi ve ekonomik bir din yok artık. Ülkelerin gelişmesi ve kalkınmasındaki yeterlilik, devletlerin gücü, tarihi ve gelenekleri ile ölçülür oldu.

Ortadoğu da dünyada esen bu değişim rüzgârının etkinlik alanının dışında değil. Bu, bir an için yaygın dinin yolundan gidiyor gibi görünen ama en azgın ve radikal akımlara imkân bulan devletlerin el değiştirmesi ile sonuçlanan sözde ‘Arap Baharı’ fırtınasından sonra daha da hissedilir oldu. Bu fırtınadan nasıl kaçınacağını ve direnmeyi bilen devletlerin aldığı ilk ders, devlet egemenliği korunmadığı sürece parçalanmaktan kurtuluş olmayacağı oldu. Alınan ikinci ders ise reçetede küreselleşme kisvesi altında ulusun küresel topluluklara ve kurumlara ayrışması ve kargaşanın yazmayıp tek devanın siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel olmak üzere her planda reform olduğuydu. Artık ne İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ile Uluslararası Af Örgütü’nün görüşleri ve eğilimleri ne de Barack Obama ve Kanada Elçiliği’nin tutum ve açıklamaları önemseniyor. Tarihin sonunun kendi kapısında geldiğinin hayalini kuran herhangi bir devlete de kulak kabartılmıyor. Bu iki ders (devletin korunması ve iyileştirilmesi), Arap Körfezi ülkeleri, Mısır, Ürdün, Fas, Tunus ve Cezayir’in tecrübelerinde görülüyor. Öte yandan Irak, Suriye, Yemen, Libya ve Filistin’de de farklı tüm biçimleri ile çirkin yüzünü gözler önüne seriyor. Bu çirkin yüz, kendini en şiddetli şekilde iç savaşlarda gösterdi. Gençlikle başlayan bir bahar, sert ve yıkıcı bir kış olarak sona erdi.

Ortadoğu’nun yeni bölgesel sisteminde alınacak sonuçlardan ilki, devletin rolüne bir kez daha hazırlanmasıydı. Bahsi geçen ülkeler, Arap ülkelerindeki kopuş yörüngesini durdurmakla kalmayıp Irak’ta Kürtlerin bağımsızlık kalkışmasını da engellenebilir kıldı. Nitekim Suriye ve Irak arasındaki sözde ‘Hilafet Devleti’ sona erdi ve Yemen meşru hükümeti, Yemen topraklarına geri döndü. Yaşanan gelişmeler arasında belki de en önemlisi, Ortadoğu başta olmak üzere terörün dünyada aşamalı olarak yoklukla yüzleşmesi olmuştur. 2014 senesi, 17 bin terör eylemiyle terörün zirve yaptığı ve 45 bin kurbanın verildiği bir sene olmuştu. 2017 senesinde dünya çapında terörist eylemlerin sayısı 10 bin 900’e; kurbanların sayısı ise 26 bin 400’e geriledi. Bu da eylemlerde %35 ve teröre kurbanlıkta %41’lik bir karşılığa denk gelmektedir. 2017 yılındaki terör eylemlerinin üçte birinden fazlasının yaşandığı yer olan Ortadoğu’da eylemlerde %38 ve kurbanlarda %44 oranında bir gerileme saptandı. Öyle ya da böyle ABD’nin bölgedeki etkinliğinin azalması ve Trump’ın Suriye’den çekilme niyetini açıklaması, kapıyı değişik güçler ve kutuplardan oluşan dünyaya açmakla kalmayarak Arap bölgesel işbirliğinin farklı biçimlerine de araladı.

Hadim-i Harameyn-i Şerifeyn Kral Selman bin Abdulaziz ve Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin Neom şehrindeki buluşma sahnesi, başlatılan geleceğe yönelik yeni bir Arap eğilimi oldu ve Kızıldeniz ve Akabe Körfezi’ndeki zenginlikler için ortak kalkınmaya dayalı Mısır-Suudi Arabistan işbirliğine yeni kapılar açtı. Mısır ve Kıbrıs arasında yeni deniz sınırlarının çizilmesi ile de Doğu Akdeniz bölgesinde yalnızca petrol, gaz ve sanayi hareketlerine yaslanmayan yeni bir ilişkiler kapısı açılmış oldu. Buna ek olarak Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün arasında yer alan bir şehirde köprüler kurma projesi de söz konusu. Sözde Arap Baharı’nın kum fırtınasından kendisini kurtarabilmiş ülkelerde yürütülen iyileştirme çabaları ile birlikte böylesi bir sahne, Ortadoğu’nun yeni bölgesel sisteminin dayandığı niyetleri temsil ediyor.

Bu, içi boş sloganlara dayanmayıp daha çok destekleyici bölgesel dış ilişkilerle birlikte iç reformlara ayak uydurmaya dayalı bir tür ‘yeni Arapçılık’tır. Elbette bölgedeki mevcut siyasî ve ekonomik yetenekler ve kültürlerle uyumlu olduğu ve Batı’daki araştırma merkezleri ve derneklerin desteklediklerinden ziyade Arap üslubunda gelişme ve ilerlemeye izin verdiği ölçüde.

Dünya, Ortadoğu’da hiç kimsenin vesayetinde olmayan yeni bir bölgesel sisteme elverişli ve açık hale geldi.